Tevbe Hanım ile Nasuh Bey – Nale Zar

« Sevgili Tevbem,

Bir anne adayının bebeğinin gelişine hazırlanması gibi hazırlandım sana sevgilim. Bir bebek nasıl ki dünyaya gelmeden ona bir beşik, oda ve ebeveyn mantalitesi ayarlanırsa, ben de hazır ettim sana kalbimin içini. Mobilyalarını dizdim, boya badanasını bitirdim, tozunu alıp dip köşe temizledim yüreğimin ve düzenledim senin teşrif edeceğin o şark köşesini. Bir bahar temizliği de denebilir pekâlâ buna. Hatalara vefalı olduğum kadar biricik Tevbem’e vefalı olamadım. İlk durumdan mütevellit doğdu ikincisi. Çünkü tevbeye vefalı olmak, bilumum vefa faaliyeti gibi tekerrürden değil, yapmamaktan ibaretti. Reddedişten ibaretti. Zira “tevbenin makbulü sürdürülen olması.” Dönüp dolaşıp bir uğrama idi vefa. Oysa tevbeyi sürdürmek o tevbeyi tekrar etmemeyi gerektirirdi ama. Ve benimkisi ise sıklıkla yapılan ziyaretlerdi yanlışlarıma. Bu bağlamda, tevbemi sürdürebildim mi? Dileğim o yönde olsa da ‘bin kere tevbeni bozmuş olsan da yine de gel’ diyen bir kültürde yetişmenin ayrıcalıklarını da kullandım tabii.

Tevbem… Oksijenim… Ha Yusuf ile Züleyha, ha Kafka ile Milena, ha Tevbe ile Tevbeperesti! Lütfen geri çevirme tekliflerimi. Amacım kendimi hazırlamak. Ve de sana ihtiyacım var ne olur bırakmayalım birbirimizi. “Önce yoldaş, sonra yol.” demiş Araplar, ne olur yolculuğumda yoldaşım ol. Ben bir yola niyet ettim seni de yoldaşım belledim. Ver elini koy sol mememin üstüne, ne de hızlı atıyor kalbim. İşte en büyük korkum sen bu çarpıntıyı duyamadan ölecek olmam. Ölüm ayırmadan bizi ölümsüzleştirelim sevgimizi.

Gel gör ki, günahlara alışmışım. İnsan her şeye alışıyor ne de olsa. Günahlarımı öyle bir yineleme sirkülasyonuna sokmuşum ki, büyüyüp, serpildiler ve geliştiler. Bu zakkum dahi olsa, alaka gören ve gerekli her kaynağa sahip olan her şey bundan hoşnut olup büyür sonuçta, kâinatın kuralı bu ne de olsa. Aforoz edildim defalarca. Arınmaya ihtiyacım var. Izdırap hissediyorum yaptıklarımdan. Pişmanlıklarımın o gelgitleri yok mu? Tıpkı bir denizin sahilde tam da coşmak isterken, çekilivermesi gerektiğini hatırlayıp aniden gerisingeriye süzülüşü gibi, içimde bir şeyler coşuyor sana karşı. Büyük pişmanlıklarım beni sana getiriyor, götürüyor. Yeniden götürüyor, getiriyor. Sonra bir anda gelen iç huzurum, bana niye yükseldiğimi hatırlatıyor. Beşikte gibi sallanıyorum, içimdeki gelgitlerin beşiğinde.

Beni kulum nasıl bilirse öyleyimdir, dedi; ben onu merhametli bildim. Ya Rahman! Ben onu örten bildim kalbimdeki siyah noktaların hepsini. Ya Settar! Ben onu tevbeleri kabul eden diye sevdim. Ya Tevvab! Ben onu affedici bilmek istedim. Ya Afuvv! Kaybolmuş devesini bulan bir bedevinin sevincini bilmek istedim onda, ona dönen adımlarımda. Zira O ki yineleyen müptezellerin Ğaffar’ı!! 

Tevbem… işte sen ki O’nunla aramdaki asma köprüyü sağlamlaştıran, ona olan abdimi samimi kılan, sen ki beni hayata tutunduran ve sen ki yine benim en sevgiliye olan sevgimi tutarsızlıklarından sıyıran. Karakterimin şekillenmesi sende gizli, umutlarımın çoğu da burada saklı. Sensiz ne yaparım hakikaten bilmem. Nerelere giderim bilmem. Zira kürkçü dükkânımın haritası O’na giden bütün yolları sana çıkarıyor önce. Sensiz bir yaşamda nereye kadar diri tutarım sevgimi. Sensin günah çıkarttığım ıssız mabet. Sensin peygamberlerin mağaraları misali kimselere demediğim gönlümün uğrak noktası. Zaten sıkıntı da uğrak bi durak olması: Oysa sen durak olmaya değil mesken olmaya layıksın. İçinden çıkılan bir ortam değil yaşanılan bir yurt olmalısın, her an solukladığım. Uzaklaştığım anda özlerim seni, ararım seni. Oysa seni aramak değil seninle olmak seninle yaşlanmak istiyorum. Aklımda değil, yanımda olmanı istiyorum. Bunun da ‘izdivaç’tan geçtiğini biliyorum: Günahlara dönmemek üzere tövbe ile yapılan o ‘sonsuz süreli sözleşme’. 

Seninle birlikteliğe evet demek bir ahit idi ve ben bu ahdimi yerine getirmek istiyorum. İstiyorum istemesine ama yırtıklar ve deliklerle dolu bedenim ve ruhum. Üstelik yamalarla örtülmeye çalışılmış dandikçe. Bütün bu açıklıklar ve yarıklıklar içinde ceyranlar üşütüyor mu üşütüyor beni. Hani Anadolu köylerinde pencere kenarları böceklerle dolu olur, yanı başlarında da böcek ilacı durur? Böceğe bir fıs yapıp onun içe doğru büzülüşünü izler insan. Küçücük bir nokta haline gelince böcek, anlar spreyin gücünü. İşte adeta o oksimorondaki gibi, sen ve günahlarım sanki ayrılmaz bi ikili. Tahin ile pekmez, Ying ile Yang, nilüfer ile bataklık. Ama bir fark olmalı ki, senin olduğun yerde günahlara yer olmamalı. Öyle pişmanım öyle pişmanım ki, sanki bi’ böcek gibi içime büzüleceğim, kağıt gibi kırışacağım, yaprak gibi buruşacağım…

Tevbem ile beraber olduğum müddetçe olacağım sanki emniyette. İşte sen bir sığınaksın aynı zamanda ve ben mülteciyim kapında. Sana olan şu hislerimi anlıyor musun? Yoğun duygular besliyorum sana karşı, karnımda kelebekler ve enerji dalgalanmalarına sebep olan. Uyku tutmuyor kimi zaman geceleri. “Tevbe’me gitmeliyim” diyorum, “ben onsuz n’aparım?”. İçimdeki bu boşluk hissi, ne işe yaramaz bi’ insan olduğumun yüzüme çarpıldığı rüyalar.. Çıkış noktasını bilmediğim, içinde kaybolduğum o labirentler… “bunları Tevbem’siz geçemez.” diye inlemelerim. Sevgilisi olan her insanı gördüğümde aklıma düşen fikirler… Hele hele onların o bağlılıklarındaki istikrar ve tutarlılıkların yüzüme çarptığı sahtekarlığım. Evet ben bir sahtekarım çünkü seni yanıma çağırıp çağırıp da terk ettim defalarca. Bulunduğun şehirden de ayrıldım. En kötüsü ise buydu çünkü seninle karşılaşma ihtimalim olmayacaktı sokağı döndüğümde. İşte anlıyor musun, bendeki bu münafıklığı yok etmek istiyorum seninle. Zira O’nun huzuruna çıkma şansına erenlerin kişiliğinde sahtekarlık olmamalı. 

Tevbe’m… Ab-ı hayatım… Sana muhtacım. Ararsan bulursun, demiş eski katipler. Bulduğumu nereden bileceğim? Sanırım tercihlerimizle renklenir “bulma” eylemi. Tercihlerim bulma serüvenimdeki yarenlerim benim. Yol istikametin ta kendisi. Ben bu yola girmeyi tercih ettim sevgilim. Ben bu zoru seçtim. Ben ki Bezm-i elest’te bir randevu sözü verdim Rabbime karşı, dağların ve göklerin dahi sorumluluğunu almaktan çekindiği. Öyleyse sen beni yalnız bırakma bu inişli çıkışlı yolculuğumda, zira zahirperest bir biçareyim ve elle tutulup gözle görülemeyen, ölçekle uzunluğu ölçülemeyen, gidip de geleni bilinemeyen batınî bu yolculukta sana çok ihtiyacım var. İşte ağızdan çıkan bir sözün mertliği uğruna, büyük bir cihat aynı zamanda bu yolculuk. Soyut bir harp bu, anlasana Can’ım, hem de somutlara müptela içimdeki bu mizaçla. 

Ne diyordum? Takdir edersin ki sık sık unutkan yaptı bu aşk beni. Kafamda kavak yelleri esiyor da esiyor (ve oradaki keçilerim bundan rahatsız). Aradığın da seni arıyor, diyorlar ya, sen de beni arıyor musun sahiden? Telefonlarımı bekliyor musun? Umuyor musun sen de sana atacağım mektupları ve adımları? Hadi her şeyi geçtim, bir selam ya hu! Bir tanecik selamımı bekliyor musun? Ben bekliyorum bunların hepsini.

Bekledim ve bilirim, beklettim de. Tevbem’e olan samimiyetimi demlemek istedim içimde belki de. Pişmanlığımı damla damla damıtmak, ki arılığından emin olmak. Nafile! Çok beklemiş şey ise tadını kaybeder. Kardan adam, kumdan kale, Rize çayı, balkonda unutulan sigara. Beklemek, ki sanma ki eylemsizliktir, mukusun içinde debelenmektir. Rağmenlere rağmen hareket etmeye itmektir kendini. Ne gam! Ben sana varmaya çalışırken kendime koşuyordum aynı zamanda. Aradığın şeysin sen, der ya Rumi. Ben sen’im, sen ben. Ya da bu bir yanılsama, sen, beni yansıtırsın bana! Bir ayna yansıttığı şey midir aynı zamanda? Kim kime ait, kim kimden ayrı? Nerede başlar bu fazların ayrımı? Tevbem… Ruhumun aynası. Söyle yaratanıma, ovcalayıp temizleyeceğim ruhumun aynasındaki yansımamı. Zira kirlenen ayna değil, yansıtılandır. Amma bilirim kalem dahi kağıtta iz bırakır.

Nasıl da susadım sana!? Ah bir bilsen. Gelmek için ne çok can atıyorum. Kabul et, ki eşiklerine kapanacağım. Destur yoklamak için yazmaktayım bu mektubu, bir dönüt yaz n’olur? Ama bilirim misafirperver olduğunu. Geri eli boş dönmeyeceğimi. Zaten bu ilişkide hayal kırıklıkları yapan benim, sen değil.

 

Seni seven, 

Nasuh »

 

Tıpkı o ilk karşılaştıkları gün gibi yağmurluydu hava bu akşam da. Yağmur damlaları patırtılı bir arka fon oluşturmuştu arabanın içindeki o ıssızlığa. Dikiz aynasından kendine baktı. “Kendi nefsindeki bir şeylere hayır diyebilmenin verdiği yüceliğini iradenin kuvvetlenmesinde hisseder gibi oldun. Her hayır dediğinde kafeslere sığamayacak bir canavarı, bir Yeti’yi azdırıyordun sanki, bu hoşuna gitti.” diye hınçla kızdı kendine. Elinde olsa tükürmek istedi aynadaki görüntüsüne. Ne olmuştu hani o ofis aynasındaki yansımasına öpücük atan o adama? Şimdi ise ayaklarında sanki külçe külçe demirlerle ilerliyordu sevgilisinin kapısına. Hatalarının amalgamından oluşan ağırlıklarla ağır ağır… Ayakları gitmeye çok çekiniyordu ama kürkçü dükkanına. lakin gidecek başka yeri de yoktu.

“Bir kusur işledin, o kusuru tanımladın, onu yaptığını kabullendin ve onu itiraf etmenin verdiği delikanlılık kanında bir şeyleri doğru yaptığının muştusunu yaydı. Hatta belki kafandaki o kakofoni dağıldı ve bir kerecik olsun sigarayı bırakma adımını atmış o tiryakiler gibi sen de kendindeki hata tiryakiliğini bir rafa kaldırmayı denedin.” dedi kendine. Kendini haklı çıkaracak sebepler değil affettirecek sebepler düşünmesi gerektiğinin farkındaydı. Boyun eğdi, adı “huzur” dahi olsa bir birlikteki yenilginin tahammülden ibaret olduğunu anlaması çok vaktini almamıştı.

Her okuduğunda ekleyecek yeni şeyler geliyordu aklına. Hiçbir zaman tatmin olamayacağını düşündü. Yoksa bulduğu eksikliklerden ötürü mektubu hiç postalayamayacaktı. Postaneye arabayı park etmişti ve son kez okuyordu mektubu. Dil bilgisi açısından bir hata olmadığından emin olmak istedi. Yoksa yazdıklarından zaten emin değildi.

.

.

.

Arabadan indi. Camın kirine tırnağı ile ufak bir çizik attı. Belirginliği onu memnun etmiş olacak ki devamını getirdi çiziklerin: “T + N”

.

.

.

“Tevbe ve Nasuh” diye fısıldadı kendi kendine. Devamında da kalp çizmesinin çocukça olup olmayacağını düşündükten sonra çizmemeye karar verdi. Bu akşamki yaptıklarıyla çocukluluk kotasını yeterince doldurduğunu düşündü. Ciğerlerine koca temiz bir nefes aldıktan hemen sonra da: “Tevbe-i Nasuh” diye ekledi. Nasuh’un Tevbe’si. Şimdi içini rahatlamış hissediyordu bi nebze.

 

2 comments On Tevbe Hanım ile Nasuh Bey – Nale Zar

Leave a reply:

Your email address will not be published.

Site Footer